Mustafa Deniz Serter – Tavşan

Misafir: Mustafa Deniz Serter
Eser Adı: Tavşan
Tür: Öykü

Evlerin çatıları, ayak basılmadık arka bahçeler, ilişilmeyen ağaçlar, bembeyaz örtüyle kaplanmıştı. Yağan karın ardından hava buz kesmiş, ayazın dondurduğu insanlar, sulu sepken çamurlu sokaklarda ağır adımlarla ilerliyorlardı. Soğukta üşüyen hayvanlar karınlarını doyurmanın telaşı içindeydi. Kasabanın otobüs durağında elleri ceplerinde bekleyen insanların keskin soğuktan kulakları kızarmıştı ve her soluk alış verişlerinde ağızlarından nefeslerinin buharı çıkıyordu. Kasabanın meydanına gelen Doktor Cevriye Hanım, otobüsü beklemek istemedi. Hava iyiden iyiye kararmış, kent merkezine gidecek son otobüsün hareket etmesine bir saat kalmıştı. Şehre, taksiyle gitmeye karar verdi. Çay bahçesinin karşısındaki bakkalın önünde park halinde duran soluk sarı boyalı, üzerinde belli belirsiz ‘taksi’ yazan eski model arabaya yaklaştı. Büktüğü işaret parmağıyla arabanın buğulu camını tıklattı. Şoför camı indirir indirmez aracın içinden dışarıya müzik sesi ve mide bulandırıcı bir koku yayıldı.

“Buyur abla. Nereye gideceksin?” dedi şoför.

“Şehir merkezine!”

“Vallaha mı?” dedi şoför, şaşkınlıkla.

“Vallaha!”

Arabanın arka koltuğuna elinde tuttuğu çantasını yerleştiren Cevriye Hanım, çantanın yanına oturdu. Adının Hasan olduğunu söyleyen şoföre şehirdeki evinin adresini tarif etti. Kaseti çıkaran ve teybi kapatan Hasan, arabasını çalıştırmış ana yola çıkmıştı. Aynadan kadın ile göz göze geliyor, utanarak gözlerini kaçırıyor, önündeki karlı yola dikkatle bakıyordu. Bir süre sonra dayanamayıp sordu Hasan; “Sizi tanıyacak gibiyim ama çıkaramadım. Nerelisiniz?” Cevriye Hanım, şoförün sorusunu duymamış, başını cama dönmüş, gece karanlığını aydınlatan karla kaplı yola, benzinliğe, bağlara, tarlalara, henüz yeni oluşturulmuş hatıra ormanına, adını bilmediği yüksek dağın seyrek ağaçlı eteklerine bakıyor, derin düşüncelere dalıyordu. Sevdiği kız bir başkasıyla evlendiği için av tüfeğiyle intihar eden delikanlıyı düşündü. Hastanede son nefesini veren delikanlının, gözü yaşlı anası geldi gözlerinin önüne. Telefonunu bulmak için ceplerini yokladı, içinden annesini aramak geldi.

 Hasan ısrarla yineledi sorusunu.

“Nerelisiniz abla?”

“Dünyalıyım” dedi Cevriye Hanım, akıllı telefonundan başını kaldırmadan.

“Ben de” dedi Hasan gülerek, “Hemşeriyiz o halde. Bir de uzaylılar varmış abla. Bizim kasabanın delisi her gün konuşuyormuş onlarla. Makaraya alıyoruz garibi. ‘Hani ulan nerede, göster’ diyoruz. Parmağını göğe kaldırıp, ‘Aha oradan geliyorlar’ diyor.”

Annesini aramak için telefon rehberini açarken, kocasından mesaj geldi. “Hayatım bak!” yazılı mesajın altında bir fotoğraf belirdi. Adam ve altı yaşındaki kızları vardı fotoğrafta. İkisi de neşe içinde gülümsüyordu. Mısır püskülü sarı saçları iki yana örülmüş sevimli kızları, oyuncak peluş tavşanın beyaz kulaklarından tutuyordu. Cevriye Hanım gelen mesaja cevap yazacağı sırada kocası aradı.

“Zor ikna ettim ama başardım” dedi adam, “Hem evde tavşan mı beslenir canım? Oyuncağıyla oynasın küçük hanım!”

“Tavşi! Tavşi! Tavşi!” diye bağıran çocuğun tiz sesini de duyan Cevriye Hanım, bir saat sonra evde olacağını ve sözlerini dinleyen uslu kızının istediği yemeği pişireceğini söyleyip, telefonu kapattı.

Merakından kıvranan Hasan, kendini tutamayıp yine sordu; “Abla nereliydiniz? Sizi tanıyor gibiyim ama çıkaramıyorum!”

Cevriye Hanım, “Dünyalıyım dedim ya!” diyecek oldu vazgeçti, muhabbeti uzatmadan kısa cevaplar vermeyi daha mantıklı buldu; “Kasabanın doktoruyum”

“Biliyordum!” dedi Hasan coşkuyla, “Doktor abla eğer sen söylemeseydin içim içimi yerdi. Sabaha kadar kim olduğunu düşünürdüm. Yemeden içmeden kesilirdim. Bendeki de böyle bir hastalık. Bir de sırt ağrım var ki hiç sorma doktor hanım abla. Hazır sizi de bulmuşken, sırt ağrısına ne iyi gelir? Ortanca oğlana çiğnetiyorum. Hamur gibi yoğuruyor kerata!”

Düşük çenesiyle durmadan konuşan Hasan’ın direksiyonda sağa sola yaptığı manevrayla araba sarsıldı. Cevriye Hanım başını cama çarpmış, güzel yüzü acıyla gerilmişti. Sıkıca yapıştığı direksiyonu hızla çevirerek arabayı kaydıran şoför, selektör yaptığı farlarını açıp açıp kapatıyordu. Şoförün bomboş yolda bu işlemi neden yaptığını anlamaya çalışan Cevriye Hanım, cama vurduğu anlının şişip şişmediğini eliyle yokladı.

“Yakaladım seni!” diye bağırdı Hasan.

Genç adamın bağırmasıyla, alt aksamından takır tukur sesler duyulan arabanın bir şeyi ezerek üzerinden geçtiği anlaşılıyordu. Arka tekerlekleri zincir takılı arabasını frenleyerek yolun orta yerinde durduran Hasan, kapıyı açar açmaz hemen dışarı çıkmış, kasaba yönüne doğru koşmaya başlamıştı. Telaşı korkuya dönüşen Cevriye Hanım başını geriye döndürmüş, arabanın arka kırmızı ışıklarının hafifçe aydınlattığı yolda yalpalayarak koşan Hasan’a bakıyordu. On metre kadar koşan Hasan yere eğilip kalkmış, kucağında taşıdığı cisimle geri geliyordu. Yaklaşan genç şoför arabanın önünde durmuş, bebek gibi kucakladığı dağ tavşanını uzun kuyruğundan tutarak baş aşağı sarkıtmış, aracın ön farlarının yardımı ve gururlu bir havayla müşterisine yaptığı marifeti gösteriyordu. Hasan’ın arabasıyla dağ tavşanına çarparak öldürmesinden aldığı keyfi, sırıtarak gösterdiği açık ağzının içinde parlayan sütbeyaz dişlerinden belli oluyordu. Bir dakika boyunca, gazetecilere poz verir gibi tavşanın kuyruğunu tutan Hasan, bu gövde gösterisini sona erdirmiş, hayvanı arabanın bagajına koymuş, tekrar şoför mahalline oturmuştu. Kapıyı açık bırakmasından dolayı aracın içi buz kesmişti. Üşüyen Cevriye Hanım titriyor, şoföre öfkeyle patlamaya hazırlanıyor, dişlerinin birbirine çarpmasının sona ermesini bekliyordu.

“Ayağın uğurlu geldi doktor hanım abla. Ne zamandır bu tavşanın peşindeydim. Kısmetim bu günmüş. Dağ tepe ara tara ama bulama, yolda karşına çıksın. Hey Allah’ım, gökte ara yerde bul!” dedi Hasan, sevincinden dört köşe olmuş, parmaklarıyla direksiyona vuruyor, kaseti takıp teybi açıyor, hareketli müzikle coşuyor, müşterisine olan saygısı aklına gelince de özür dileyerek müziği kapatıyor, bu sefer kendi kendine bir şarkı mırıldanıyordu.

“Hasta mısın sen?” dedi Cevriye Hanım sinirle.

“Çok şükür iyiyim abla. Bazen sırtım ağrıyor. Siz afiyettesiniz inşallah?”

“Yok! Sen manyaksın?” diye tersledi Cevriye Hanım, şişen alnını eliyle ovuşturuyordu.

“Öyle deme abla. Bizim buralarda normaldir böyle şeyler. Hey Allah be! Kuzu gibi maşallah kuzu gibi! Yarın koca bir aile doyacak bu tavşanla!”

Öğrencilik yıllarından itibaren öykü yazmaya başladı. Yazdığı ilk öykülerin çeşitli edebiyat dergilerinde ve kitap seçkilerinde yayımlanmasıyla yazım hayatına ilk adımını attı. ‘Sessiz’ ve 'Can Davası' adlı iki öykü kitabı yayımlandı. Edebiyat, sinema ve tiyatro ile ilgileniyor.