“İsa’nın Güncesi” Üzerine: Kimliksizliğin, Sessizliğin ve Korkunun Romanı

Melih Cevdet Anday’ın karanlık bir bilinç tünelinden yazdığı bu roman, modern insanın içsel çöküşüne sessiz bir ağıt niteliğinde.

Bazı kitaplar vardır, kapağını kapattığınızda içinizde tuhaf bir sessizlik oluşur. Ne tam anlamıyla seversiniz, ne de görmezden gelebilirsiniz. Sizi huzursuz eder ama o huzursuzluk, sarsıcı bir farkındalık gibidir. Elinizdeki kitabın rahatlatıcı bir hikâye anlatma derdi yoktur; onun yerine sizi kendi karanlığınızla yüzleştiren bir aynaya dönüşür. Melih Cevdet Anday’ın 1970’lerde kaleme aldığı İsa’nın Güncesi de bu tür romanlardan biri.

Rutinlerin Gölgesinde Sürüp Giden Bir Hayat

Ana karakterin hayatı, ilk sayfalarda oldukça sıradandır. Sabah evden çıkar, işe gider. İş çıkışı sevgilisine, ardından terziye uğrar. Günün sonlarında bir bara gider, orada bacanağıyla bira içer ve sonunda evine döner; hasta eşiyle birkaç saat geçirir. Bu tekrar eden akış, onun yaşamını neredeyse mekanik bir düzene sokmuştur. Ne heyecan vardır ne de büyük bir çöküş; ama tam da bu durağanlık, karakterin içten içe kayboluşunu derinleştirir.

Ancak bir gün her şey değişir: Başka bir işe geçer. “İthal Ambarları ve Uluslararası Elektronik Birliği” gibi ne iş yaptığı belli olmayan, bürokratik bir yapının içinde kendini bulur. Burada bir masa, bir sandalye ve bir çelik kasayla karşılaşır. Kasayı açtığında içinde bulduğu dört kâğıt, onun için bir dönüm noktası olur. Bu andan itibaren karakter, ardı arkası kesilmeyen sorgulamalarla karşı karşıya kalır.

Sorgulamalar, Kayıp Bir Kimlik ve Kafkaesk Bir Dünya

Bu noktadan sonra roman, varoluşsal bir kabusa dönüşür. Karakter, neyle suçlandığını bilmeden sorgulanmaya başlanır. Farklı kişiler, farklı yerlerde onu sorulara boğar. Verdiği cevaplar yetersizdir, çünkü o da neyin içinde olduğunu anlamamaktadır. Bu süreçte Franz Kafka’nın Dava romanındaki Josef K. akla gelir. Orada da birey, bilinmeyen bir sistemin içinde, neye karşı suçlandığını bilmeden savunma yapmaya çalışır. Aynı şekilde burada da sistem mantıksızdır, ama karakter mantıklı kalmaya çalışır — ve bu onu gitgide tüketir.

Karakterin adı romanın ilk yarısında hiç geçmez. Okur olarak onunla bağ kurmaya çalışırken, aslında bir “yokluk”la karşı karşıya olduğumuzu fark ederiz. Kimliksiz, isimsiz, tepkisiz bir adam… Ta ki eşi ona “İsa” diye hitap edene kadar. Ama bu ismin bile gerçek olup olmadığı belirsizdir. İsim, bir kimliktir; bu karakterde ise kimlik, bulanıktır. İsa, yalnızca birey olmaktan çıkıp modern insanın silik, bastırılmış temsilcisine dönüşür.

Boyun Eğişin Anatomisi

İsa, pasif bir figürdür. Kendi adına karar vermez, suçlandığında susar. Hatta eşiyle yaşadığı en özel meselelerde bile kendini savunmaz. Eşi, çocukları olmamasından onu sorumlu tutar; o ise “öyle olması gerekiyorsa, öyledir” diye düşünür. Bu boyun eğiş hali, yalnızca özel hayatında değil, sistem karşısındaki konumunda da karşımıza çıkar. Kitap boyunca İsa hiçbir şeye karşı çıkmaz. Çünkü ona göre, hayat zaten böyledir. İnsan her zaman korkmalı, sorgulamamalı, yalnızca akışa kapılmalıdır.

Romanın ilk sayfalarında geçen şu satırlar her şeyin özeti gibidir:

“Mikropsuz yaşayamadığımız gibi kuruntusuz da yaşayamayız; en iyisi buna katlanmaktır. İşte bu yüzden ürkerim ben rahatlıkta, mutluluktan.”

Mutluluğu istemek bile bir tür kibir gibi görünür burada. Sanki mutluluk, ancak krallara, kahramanlara ya da zenginlere yaraşır bir ayrıcalıktır. Oysa sıradan insan, hayvanlar gibi açlıkla, korkuyla, seksle ve sessizlikle var olmalıdır.

İsa’nın Güncesi: Okunmalı mı?

İsa’nın Güncesi, kolay okunan bir roman değil. Hatta bazı okurları rahatsız edebilir, hatta daraltabilir. Ama tam da bu yüzden değerli. Çünkü bizi zorlayan kitaplar, düşünmeye zorlayan, yer yer boğan ve hatta “kendimize iyi gelmeyen” kitaplar bazen gerçek bir yüzleşmenin kapısını aralayabilir.

İsa, kimliksizliğin, sessizliğin ve edilgenliğin vücut bulmuş hali. Onun hikâyesi, sadece bir karakterin değil, içimizdeki suskun yanın, bastırılmış korkuların ve sorgulamayı unuttuğumuz anların hikâyesi.

Evet, bu roman huzur vermez. Ama kesinlikle tavsiye edilir. Çünkü bazı kitaplar sevilmek için değil, sarsılmak için okunur.

Yeni Bir Sayfa: Fuat Sevimay – Aynalı (2017)

Yazar hakkında birkaç söz ettikten sonra romana geçeceğim. İtiraf ediyorum ki daha önce hiç Sevimay okumadım. Bundan sonra okur muyum? Kesinlikle evet. Dilini çok sevdim. Akıcı, yalın ve yorucu değil. Okuyucuyu yormadan içine çeken, sade ama derinlikli bir anlatımı var.

1972’de Zonguldak’ta doğan yazarımız, İngilizce İşletme bölümünden mezun olmuş. İki cümle yetiyor değil mi bir yazarı anlatmaya? Nerede doğduğu, ne okuduğu… Tabii ki hayır. Ama nedense birini tanıtırken hep böyle başlıyoruz. Ben de öyle yazdım, dursun bakalım. Belki hatırımda kalır da bir daha böyle yapmam. Sevimay, çok genç olmasına rağmen birçok eser kaleme almış ve pek çok ödüle layık görülmüş bir yazar. Onu bugüne kadar okumamış olmam ise benim eksikliğim.

Gelelim romana…

Bir Göç Hikâyesi: Köklerinden Kopan Bir Aile

Roman, altı karakterin etrafında dönüyor. Koskoca dünyada bir insan bile ne kadar yer kaplarken, altı insanın hikâyesi…

Romana adını veren Aynalı, bir bozacı. İsmini, aynalar gibi parlayan güğümlerinden alıyor. Bozacı olmasının yanı sıra, ailesinin yükünü omuzlarında taşıyan, namus kavramına sıkı sıkıya bağlı bir adam. Eşi Leblebi Bacı, kilolarını saklamak için simsiyah giyinen, sarı saçlarıyla adeta bir leblebiye benzeyen bir kadın. Melek, dünyaya sesini kısmış, tebessümle karşılık veren ama öfkelendiğinde bile kendini sadece bakışlarıyla anlatabilen dilsiz bir karakter. Zeynep, eve düşen yıldırım; Aynalı’nın büyük kızı, Aynalı’nın büyük yarası. Yetim, adı üstünde yetim; adını bilmediğimiz, görev bilinciyle hareket eden bir adam. Kalender, adı gibi kalender ama aynı zamanda en çok kendini seven, bencil bir karakter. Onun eşi Gülsüm ise hayata ve Kalender’e öfkeli bir kadın.

Karakterlere bakınca güçlü bir roman çıkacağı belli değil mi? Evet, çıkmış da. Sevimay, berrak ve sürükleyici bir roman yazmış. Sayfaları çevirdikçe okuma isteğini artıran, merakı diri tutan, kolay okunur bir eser.

Romanın ana konusu, Aynalı ailesinin namus kavramına sıkı sıkıya sarılıp Ankara’dan İstanbul’a göçü ve bu yeni şehirde hayata tutunma çabaları üzerine kurulu. Ancak kaçtıkları şeyin tam da içine düşmeleri, romanın asıl trajedisini oluşturuyor.

“Yeni bir sayfa… Beyaz mı, siyah mı, renkli roman mı? Onu kader bilir.”

Neyden Kaçarsan Ona Yakalanırsın

Aynalı, kızının namusunu korumak için Ankara’dan göç eder. İstanbul, onlar için bir umut kapısı mı, yoksa eski korkuların daha sert yüzleşmelere dönüştüğü bir şehir mi olacak?

Yeni şehre geldiklerinde kapılarını sıcak bir tencereyle çalan Kalender, ilk dostları olur. Fakat bu dostluk, sonradan büyük yıkımlara sebep olacak olaylar zincirinin de başlangıcıdır. İstanbul, koca bir sahne gibidir ve her karakter, bu sahnede rolünü oynarken kendi trajedisini yaşamaya mahkûm olur.

“Hayat desen hayat değil, ölüm desen ölüm değil. Bir acı, bir yokluk.”

Kalender ve Zeynep’in bencillik içindeki ilişkisi, Aynalı’nın namus naraları, Melek ve Yetim’in naif bağı, Leblebi Bacı’nın hazin sonu… Hepsi iç içe geçmiş, sarsıcı hikâyeler.

En acı noktalardan biri de Aynalı’nın sevgisini göstermekteki acizliği. O, tipik bir Anadolu babası. Sevgisini içinde yaşayan, sevgiyi göstermek için hazin bir olayın gerçekleşmesini bekleyen bir adam. Dilsiz kızı Melek’in saçını bile okşamamış mesela, ta ki o güne kadar…

Eleştirilerim ve Beklentilerim

Öncelikle, Aynalı’nın bozacı olması nedense beni çok çekmedi. Bu noktada belki de Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık romanındaki Mevlüt karakteriyle bağ kurduğumdan olabilir. Aynalı, Orhan Pamuk’un romanından önce yazılmış olsa da ben önce Mevlüt’ü tanıdığımdan, boza satışı ve sokaklarda dolaşma fikri bana biraz çiğ geldi.

Kitapta İstanbul’un daha fazla anlatılmasını isterdim. Göç eden bir ailenin gözünden İstanbul’u sokak sokak gezmek, Ankara’dan gelen birinin bakış açısıyla şehri görmek harika olurdu. Zeynep bunu çok iyi yapabilirdi. Aynalı da müşterileriyle olan diyalogları aracılığıyla İstanbul’un insanlarını bize anlatabilirdi.

Roman, bana Yeşilçam havası verdi. Akıcılığına rağmen çok tanıdık bir hikâyeydi. Ama sonu Yeşilçam klişesi gibi bitmedi, daha güzel, daha az tahmin edilebilir bir şekilde noktalandı.

Sonuç

Aynalı, toplumsal değerler, aile bağları ve bireyin kaderle olan mücadelesini anlatan etkileyici bir roman. Sevimay’ın dili yalın ama vurucu. Okuyucuyu yormadan içine çeken, bir çırpıda okunabilecek bir kitap.

Ancak keşke İstanbul biraz daha derinlemesine işlenmiş olsaydı. Karakterlerin iç dünyaları çok başarılı verilmiş ama şehrin atmosferi tam olarak hissedilemiyor. Göç eden bir ailenin şehre bakışını daha detaylı okumak isterdim.

Yine de, güçlü karakterleri, sürükleyici anlatımı ve etkileyici finaliyle Aynalı, okunması gereken bir roman.

Can Yayınları – 2024 Nisan Ayı Yayın Programı

Can Yayınları 2024 Nisan Ayı yayın programı yayınlandı. Can Yayınları ve alt yayınevleri nisan ayında 20 kitabı okuyucularla buluşturuyor.

Can Yayınları

  • Günümüzün en etkili genç yazarlarından Édouard Louis, Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri’nde bu kez annesine odaklanıyor. Fransız toplumundaki bir kadının bir sosyal statüden farklı birine geçişini anılar üzerinden anlatırken, okuru bu dönüşüme tanık ediyor.
  • Kadın özgürlüğünü tasvir ettiği için yayımlandıktan kısa bir süre sonra yasaklanan Erkeksiz Kadınlar, İran toplumuna bir pencere açıyor. Toplumsal cinsiyet, bekaret, toplumsal ahlak, ölümlülük, şiddet ve ilişkiler gibi kavramları ustalıkla irdeleyen Shahrnush Parsipur, hayatla mücadele eden, birbirinden farklı dört kadının, geçmişinden, mutsuz oldukları düzenlerinden, adaletsizlikten, belki de kendilerinden kaçışlarını anlatıyor.
  • 1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar Necib MahfuzAntik Mısır ve Firavunlar hakkında beş etkileyici öyküden oluşan kitabı Mumyanın Uyanışı ile Can Yayınları’nda.
  • Amerika’nın en büyük romancılarından biri olarak anılan ve toplumsal konuları ayrıksı ve ironik bir dille irdelemesi sebebiyle pek çok eleştirmen tarafından “bela yaratan” yazar olarak tanımlanan Philip Roth’un, bir tür üçleme olan kitabının ilki Meme, okurlarla buluşuyor.
  • Elif Batuman, Amerika’da “2010’un En İyi Kitapları” listelerinde yer alan ilk kitabı Ecinniler’de, özyaşamöyküsü, gezi günlüğü, deneme, eleştiri ve inceleme formlarını incelikle iç içe geçirerek, Türkiye, Amerika, Rusya ve Özbekistan’da “Rusça kitaplar ve onları okuyanlar”la yaşadığı maceraları anlatıyor.
  • İlk yayımlandığında büyük tartışma yaratan Cinsel Politika ile Kate Millett, D. H. Lawrence, Henry Miller, Norman Mailer ve Jean Genet’nin eserleri üzerinden edebiyatın ataerkil mitlerini irdelerken, edebiyat ve sanatta kadınların boyunduruk altına alınmasını belgeliyor.
  • İsmini Max Ernst’in yıkımı betimleyen sürrealist eserinden alan Yağmurdan Sonra Avrupa’da kitabında, Alan Burns savaş sonrası harap olmuş Avrupa topraklarında sürüklenirken, insanın yalnızca yıkımla uzlaşmaya çalışmakla kalmayıp ruhun dayanıklılığı sayesinde zulümle savaşmasını gösteriyor.
  • 1927 yılında henüz otuz beş yaşındayken yaşamına son veren Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından Ryunosuke Akutagava’nın Raşomon kitabı, Japonya’nın kültürel çalkantılarını işleyen rahatsız edici öykülerinden oluşuyor.
  • Hayalet, gerilim, gizem temalarının baskın şekilde işlendiği Margaret Teyzemin Aynası, Walter Scott’ın 1828 Noel’i için hazırlanan The Keepsake Stories’deki bazı öykülerinden derleme.
  • 19. yüzyılın en önemli Fransız şair ve sanat eleştirmenlerinden Charles Baudelaire, Gülmenin Cevheri Üzerine’de, bu kez “bir gülme teorisi” ya da “bir sanat olarak komedinin
    felsefesi” üzerine bir deneme kaleme alıyor.
  • Rus edebiyatının önemli ismi Alexandr Sergeyeviç Puşkin’in sekiz yılda tamamladığı Yevgeni Onegin, erken 19. yüzyıl Rusya’sının toplumsal ve entelektüel yaşamı üzerine gerçekçi bir açılım sunan, şiir-roman tarzında bir kitap.
  • Doğum Lekesi, Amerikalı yazar Nathaniel Hawthorne’in gizemli, karanlık, gotik temalı öykülerinden oluşuyor. Kitap, tanınmış bilim insanı Aylmer’ın güzeller güzeli eşi Georgiana’nın tek “kusuru” olan yanağındaki el şeklinde doğum lekesini çıkarma arzusuna, Georgiana’nın buna rağmen ona güvenmeyi seçmesine ve genç kadının çıkan lekeyle bir yavaş yavaş solmasına dair sürükleyici bir anlatı.
  • Tanzimat döneminin akıllarda yer eden yazarlarından, gazeteci ve yayıncı Ahmet Mithat Efendi’nin en çok bilinen eseri Felatun Bey ile Rakım Efendi, özenti batılı Felatun “Bey” ile bilge doğulu Rakım “Efendi” üzerinden yanlış batılılaşmayı anlatıyor. Kitap, açıklamalı orijinal metin ve günümüz Türkçesiyle, iki versiyonda basılacak.

Mundi

  • Kuşak Araştırmacısı yazar Evrim KuranBir Impostor Kitabı: Başarılı Bir Kadın Olduğum İçin Özür Dilerim’de iyi eğitimli, kariyerli, meslek sahibi kadınlarla yürüttüğü anket ve derinlemesine mülakat çalışmasıyla, eğitim ve kültür seviyesi arttıkça kadınların özgüvenlerinin hiç de buna paralel şekilde artmadığını ortaya koyuyor.
  • Bitkiler dünyasının önde gelen isimlerinden; BeIN, YouTube, Neoskola gibi mecralarda bitki bakımı dersleri anlatan, atölyeler düzenleyen ve Labofem markasının kurucusu Fem Güçlütürk’ün, Labofem: Bitkilerle İyi Geçinme Rehberi, özellikle evde bakılan saksı bitkilerinin bakımıyla ilgili aydınlatıcı bir kitap. Hangi bitkiye nasıl bakılmalı, sık karşılaşılan sorunlara çözüm önerileri gibi pratik bilgilerin verildiği kitapta ayrıca bir fotoğrafçı olarak Güçlütürk’ün kendi çektiği etkileyici görseller yer alıyor.

 

Mundi Çocuk

  • Dünya edebiyatının sevilen iki eseri; Miguel de Cervantes’ın Don Kişot’un Serüvenleri ve Victor Hugo’nun Notre-Dame’ın Kamburu Mundi Çocuk’un “Kısaltılmış Çocuk Klasikleri” serisinde bu ay çocuk ve gençlerle buluşacak.

 

Tellekt 

  • 1886’da Londra’da kurulmuş olan anarşist yayınevi Freedom Press tarafından düzenlenen Neden Çalışalım ki?: Boş Zaman Toplumuna Dair Savlar, “Neden bazılarımız devasa otomatik üretim çağına girene kadar hâlâ çalışıyor, diğerleri ise işsizlikten açlık çekiyor? Vaat edilen dinlence toplumu nerede?” sorularına yanıt arıyor. Kitap, 19. yüzyıldan günümüze yazar ve sanatçıların yazdığı; “iş”i, onun kapitalizm altındaki biçimini ve alternatif bir toplumun olanaklarını inceleyen provokatif makale ve illüstrasyonlardan oluşan bir koleksiyon.
  • Peter Denning ve Matti Tedre kaleme aldıkları Bilgisayarlar Nasıl Düşünür, dijital bilgisayardan yüzyıllar öncesinde başlayan bir soyağacının izini süren, bilişimsel düşünceye giriş niteliğinde bir kitap. Yazarlar, bilgi işlemsel düşünmenin (BİD) gücünü tüm karmaşıklığı ve büyüklüğüyle açıkça ortaya koyuyor.
DAĞITIM   TÜR DİZİ
2 Nisan Édouard Louis / Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri (çev.Ayberk Erkay) Roman Çağdaş DE
2 Nisan Alexandr Sergeyeviç Puşkin / Yevgeni Onegin (çev. Hazal Yalın) Manzum-Roman Klasik
2 Nisan Fem Güçlütürk / Labofem: Bitkilerle İyi Geçinme Rehberi Bitki Bakımı Mundi
2 Nisan Freedom Press / Neden Çalışalım ki?: Boş Zaman Toplumuna Dair Savlar (çev. Begüm Berkman) Siyaset-Sosyoloji Tellekt
16 Nisan Shahrnush Parsipur / Erkeksiz Kadınlar (çev. Yıldız Uysal) Roman Çağdaş DE
16 Nisan Elif Batuman / Ecinniler alt başlık: Rus Edebiyatı ve Okurlarıyla Maceralar (çev. Sabri Gürses) Deneme Çağdaş DE
16 Nisan Ryunosuke Akutagava / Raşomon alt başlık: Ve Diğer Öyküler (Çev. H. Can Erkin) Öykü Modern DE
16 Nisan Necib Mahfuz / Mumyanın Uyanışı (çev. Mehmet Hakkı Suçin) Öykü Modern DE
16 Nisan Miguel de Cervantes / Don Kişot’un Serüvenleri (çev. Meryem Mine Çilingiroğlu) Roman Mundi Çocuk
16 Nisan Victor Hugo / Notre-Dame’ın Kamburu (çev. Seda Sevinç) Roman Mundi Çocuk
24 Nisan Kate Millet / Cinsel Politika (çev. Seçkin Selvi) Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Can Düşünce
24 Nisan Alan Burns / Yağmurdan Sonra Avrupa (çev. Feride Evren Sezer) Roman Modern DE
24 Nisan Philip Roth / Meme (çev. Seçkin Selvi) Roman Modern DE
24 Nisan Peter Denning ve Matti Tedre / Bilgisiyarlar Nasıl Düşünür (çev. Akın Emre Pilgir) Yapay Zekâ Tellekt
30 Nisan Walter Scott / Margaret Teyzemin Aynası (çev. Burcu Yılmaz) Öykü Kısa Klasik
30 Nisan Charles Baudelaire / Gülmenin Cevheri Üzerine (çev. Berna Günen) Düşünce Kısa Klasik
30 Nisan Nathaniel Hawthorne / Doğum Lekesi (çev.Elif Dinçer) Öykü Klasik
30 Nisan Ahmet Mithat Efendi / Felatun Bey ile Rakım Efendi (Açıklamalı Orijinal Metin) Roman Miras
30 Nisan Ahmet Mithat Efendi / Felatun Bey ile Rakım Efendi Roman Miras
30 Nisan Evrim Kuran /  Başarılı Bir Kadın Olduğum İçin Özür Dilerim  Psikoloji Mundi