Rojda Alak – Fil Kahkahası

Misafir: Rojda Alak
Eser Adı: Fil Kahkahası
Tür: Öykü

“Acaba kırıldı mı bana?”  

“Bunu anlamanın tek bir yolu var. Git ve sor”

“Hayır aslında önemli değil. Boş ver.”

Aslında diyerek başlanan her cümlenin ardında bir gerçek saklanır, Esma bunu iki yıl önce anlamıştı. Seviştikten hemen sonra, Ahmet pikedeki fil desenlerine dalmış, “aslında” demişti. Cümleye devam ederken bakışlarını yavaşça olduğu yerden Esma’ya yöneltmiş, “tam da aradığım kadınsın,” diye devam etmişti. Esma’nın aklına o an gelmişti “Neden, neden, neden” tekrarlarının boğuntusunda bir anahtar deliği kadar aydınlanma olmuştu zihninde. Ahmet’le geçen dört yılın kilit anını fil desenlerinden geçen o son konuşmalarında aramıştı.

***

İki kadın mum ışığının titrek alevinde büyüyen bir gölge gibi gülümsüyor birbirine. Şaraplarını yudumluyorlar. Duvarlarda ikinci yeni şairlerinin fotoğrafları. Fotoğrafların altındaki siyah boşlukta şiirlerden birkaç dize. Ahşap masalar. Minderi olmadığı için,  bir süre sonra insana uyuşukluk hissi veren tahta sandalyeler. Kaynayan şarabın kekremsi kokusunda yer yer hissedilen tarçın kokusu.

Kış kendini iyiden iyiye hissettirdiğinden beri Esma sık sık buraya geliyor. Sıcak şarap içiyor. Bazen de balkondaki sobanın etrafında bulursa boş bir yer oturup ısınıyor. Onu gördüğünden beri oturmak için olmasa da bir kaç tanıdığa selam vermek için yolunu buraya düşürüyor. Gelenlerin çoğu üç aşağı beş yukarı aynı kişiler. Oturdukları masa bile değişmiyor. Mesela o hep sol tarafta, duvar dibindeki en kuytu masada oturur. Yaşlı bir saat tamircisi gibi başını omuzlarıyla birlikte masaya eğer, önündeki deftere bazen de kağıtlara bir şeyler yazar.

“Biliyor musun güvenmek ve inanmak aynı şey değildir” dedi kadın. “Güvendiğim birçok insan var ama inandığım insanlar çok az.” Esma, başını ilgiyle öne doğru uzatarak devam etmesini istiyor.

“Birine içini dökersin. Bazen senin için çok özel bir şeyini anlatırsın. Öncesinde kendine bile itiraf etmediğin şeylerdir. Bilirsin anlattıkların onda kalacak, başkasına anlatmayacak. İşte bu güvenmektir. İnanmak farklı ama.“ Kadın başını yukarı kaldırıyor.  Bir şey hatırlamaya çalışıyor ya da belki en doğru cümleyi arıyor. Esma beyaz peynirin damağında kalan tadına bir yudum şarap ekliyor. Cümlenin devamına olan merakını büyüyen gözbebeklerinde taşıyor.

“İnandığında bilirsin ki söylediğin her sözcüğü sadece saklamayacak şefkatle dokunacak, sevgiyle saracak. Anlattığın şey karşındakinin zihninden geçip kelimelere döküldüğünde güzel bir anlama kavuşacak. Yepyeni bir şey olacak. İnanmak böyle bir şey işte.”  Esma’nın işaret parmağı seramik şarap kadehinin etrafında dolanıyor. Sonra elini çenesine dayadı. “Bunu düşünmemiştim hiç sanırım haklısın” dedi ve aniden yerinden kalktı. Duvar dibindeki masaya yürüyor. Kadın Esma’yı izliyor. Gülümsüyor.

“Sen bana kırıldın mı demin,” dedi masadaki adama. Adam hafifçe başını kaldırıp, Esma’ya bakıyor. “Tam tersi.” Siyah sakalının çene kısmında leke gibi duran turuncu kıllara dokunuyor. Önündeki defteri kapattı. Elini yine dosdoğru sakalındaki turunculuğa götürdü.

“Tam tersi ne demek” dedi Esma.

Adam masanın üstündeki defteri işaret ediyor. “Şimdi değil, daha sonra söylerim”

Ne diyeceğini bilememekten “Peki,” dedi Esma. Adam yeniden defterine eğildi. Esma tam uzaklaşacakken bir anda aklından düşüncesini bile geçirmediği bir şey dedi “Sonra oldu bile hadi söyle.” Dudakları son hecenin açıklığında öylece bekledi.

Adam kendinden emin bir tavırla “yazıyorum bittiğinde söylerim” dedi. Sesinde hiçbir vurgu yok.

Masaya döndüğünde arkadaşı, aynı gülümsemeyle “Dayanamadın değil mi,” dedi. Esma masada elinde tutacağı bir şey aranıyor. Yüzü gergin. “Galiba ondan hoşlanıyorum Neval.” Kadın şaşırıyor. “İkinizi yan yana düşünemiyorum.” ”Hayır, aslında tam tersi, kendimi onunla çok güzel düşleyebiliyorum. Sanki yüzyıllar öncesinden şimdiye fırlatılmış ve şimdiki zamanla bağ kurmak umurunda değilmiş gibi. Yüzündeki ifade ta o zamandan donup kalmış yüzünde. Hatta sanki üzerindeki toprağı az önce silkelemiş. Koklasam taze bir toprak kokusu hissedeceğim” Esma sesindeki sertliği Neval’in yüzünde görüyor. Ellerini masadan usulca çekip kucağına koydu. “Biliyor musun üstünde hep bu hırka var” dedi. Neval dönüp, göz ucuyla adamı süzüyor. Hardal rengi ispanyol paça fitilli kadife pantolonunu dizine kadar örten koyu renk salaş hırkaya bakıyor. Kenarları sünmüş, cepleri sarkmış. Esma, Neval’in onu izlediğini fark etmeden konuşmasını sürdürüyor. “Sonra saçının sakalının birbirine karışmış hali bütün bu özensizliği hoşuma gidiyor.”

Neval, Esma’nın konuşmasını böldü. “Eşyalarını topluyor sanırım kalkacak.” Esma yerinden fırlayıp adamın önünü kesti.

 “Gidiyor musun?”

“Biraz yürüyeceğim, başım ağrıyor”

Esma avucunu açıp uzattı. Hayır bunu da tasarlamamıştı bir anda yapıverdi. “Madem söylemedin yaz o zaman.”  

Adamın hoşuna gitti. “Daha sonra” diyemeyeceği tek an buymuş gibi kararlılıkla çantasından kalem çıkardı. Esma’nın avucuna bir şeyler yazıyor. Esma avucuna bakıyor, şaşırıyor. Tesadüf mü bu, en sevdiği hem de… “Hoşça kal” dedi adam. Esma adamın tokalaşmak için uzattığı elini avucuna aldı. Kalemi istedi. O da yazıyor. Adam loş ışıkta göremeyince masadaki mum ışığına tuttu elini. Esma onu izliyor. Gülümsüyor. Adam “güzel gülüyorsun” dedi. Gitti.

Masaya dönünce avucunu açıp gösteriyor. Neval gözlerini kısarak okumaya çalışıyor.

“ Ne demek bu?”

“ Bilmiyorum. Öğreneceğiz”

“Yarını bekleyebilecek misin saat geç oldu”

“ Yarını beklemeyeceğiz bende var çünkü”

“Sen ne yazdın peki?”

“Tahmin et”  

“Bu çok zor ama ben olsam bir şey yazmazdım, konuşalım derdim. Ne gerek var böyle bilmecelere?”

“Bu çok hızlı olmaz mıydı? Onu ürkütmek istemiyorum”

“Aslında tam tersi”

“ Nasıl yani”

“ Belki korkan sensin, belki  gerçek bu. Ahmet’le yaşadıklarını düşününce…”

“Ne alakası var Ahmet hastaydı. Aylar sonra saçını, sakalını, kaşını tıraş edip ortadan kaybolduğunda kendisi yazdı bana bipolarım diye, biliyorsun”

“Evet ama bunu aylar sonra o söylediğinde anlaman tuhaf değil mi Esma”

“Bence bu gece biraz daha tuhaflaşmadan kalkalım. Ahmet konusunu da bir daha açma lütfen.”

Neval şarabın kalanını bir dikişte içti. Kadehi sertçe masaya indirdi. Paltosuna uzandı. “Bunu yapma” dedi Esma. Kadın yan yan baktı ona. “Bir şey yaptığım yok, hadi kalkmıyor muyuz?”

***

 Adam sokak lambasının altında yeniden avucunu açtı. Esma’nın yazdığına bakıyor. Kar taneleri avucundaki mürekkebi akıtıyor. Cebinden mendil çıkardı, akan mürekkebi özenle kuruttu. Kışın ilk karında ayak izlerini bırakarak yürüyor.

                                                                     ***

Esma eve varır varmaz kitaplığına uzandı. Kırmızı kaplı kalın kitabı raftan aldı. Avucunda yazılı sayfayı açtı. O paragrafta şöyle yazıyordu.

Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi, boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna. Tedirgin etme beni…”

Esma bir zamanlar altını çizerek okuduğu bu satırları yeniden okudu.

Aynı kentin birbirine uzak sokaklarındaki odalarında mutluluğun bütün ihtimallerine sarılarak aynı uykuyu uyudular. Esma ve adam.

Bugün adamın avucuna yazdığı saatte ve aynı yerde buluşacaklar. Önce Esma gitti. Tavandaki palasa sinmiş tarçın kokusunu içine çekiyor. Masalardaki cılız mum ışığı bulutlu bir gecedeki hale gibi flu. Adamın geldiğini görebileceği bir masa seçti. İki sıcak şarap söyledi. Bir defter ve birkaç renkli kalem almış. Hediye edecek.  Adamın oturup saatlerce yazdığı o defterleri de soracak. Tanıştıkları gün- tanışmaları tesadüftü, sobanın etrafında yan yana oturmuşlardı- Esma’ya sobada pişirilmiş ayvadan vermişti. Sonra şarabını da uzatmıştı. Biraz muhabbet etmişlerdi. “İnsanların iki hayatı olsaydı önceki hayatımda seninle tanıştığımı, hatta çok yakın olduğumuzu düşünürdüm. Öyle tanıdıksın ki tuhaf geldi bu bana” demiş ve gitmişti.

Neval mesaj yazmış “Geldi mi, buluştunuz mu, merak ettim. Yaz bana.” Saate bakıyor yarım saat olmuş, kadehe dokunuyor soğumuş bile. Cevap vermek istemiyor. “Hayır daha gelmedi” dese Neval kesin olumsuz şeyler söyleyecek, yok yere canı sıkılacak. Kapıda beliren her gölgeye heyecanla bakıyor. Birkaç tanıdıkla uzaktan selamlaşıyor. Masalarını işaret ediyorlar “gel” diyorlar. Karşısındaki sandalyeyi gösteriyor “Gelecek” diyor. 

Adam eşikten Esma’yı izliyor. Elleri cebinde. Geriye dönüp uzaklaşıyor.

Sahi ya gelmezse. Ya gerçekten korkuyorsa. Kitapta yazılanları düşünüyor. Yoksa bunun anlamı… Tabi ki. Nasıl düşünemedim. Resmen bana ilişme, bırak böyle iyiyim demek istedi. O metruk görüntüsünün altında korkaklığını saklıyor. Ama gülüşün çok güzel demişti. Hoşuna gitmişti, avucuna yazmam. Neval’e mesaj yazıyor.

O sırada mekânda sık sık karşılaştıkları bir adam Esma’nın karşısındaki boş sandalyeye oturuveriyor. Esma bu adamdan hoşlanmıyor. Kısa cümlelerle konuşuyor. “Birini bekliyorum. Teşekkür ederim.” adama kurduğu en uzun cümle bu. “Boş ver, zaten hiç sana göre değil. Hemen çık bana gel” yazmış Neval. Mesaj ona tanıdık geldi. Kendini bir tekrarın içinde hissediyor. Aynı rüyayı yeniden görmüş gibi. Esma’nın gözünün önünden fil desenleri geçiyor. Çantasını topluyor. Kalkacak. Dudakları titriyor. Ağlamaklı oluyor. Haksızlığa uğramış gibi hissediyor. Paltosuna kolunu geçirirken uzun heybetli bir gölgenin yanında belirdiğini hissediyor. Sıcak ekmek kokusunu duyumsuyor. Paltosunun diğer kolu boş. Dönüp bakıyor. Elinde tuttuğu buharı tüten sıcak ekmeği görüyor önce. Sonra Sencer’i. Sonra hırkayı. Sonra hırkanın üstündeki fil desenini. Tam olarak hırkanın iki tarafında boylu boyunca, iki fil. Bunu daha önce fark edemeyişine hayret ediyor. Filin kıvrılıp içine doğru dönmüş hortumları hareket etmeye başlıyor. Sencer elindeki ekmeği Esma’ya gösteriyor. Hortumlar gevşeyip uzuyor. Sencer, “yine çok güzel güldün” diyor. Filin hortumu hırkanın düğmesine takılıyor. Esma korkuyor. Korktuğu için kahkaha atar mı insan? Masanın altına saklanmayı geçiriyor aklından. Sağ taraftaki filin hortumu onu yakalıyor. Sencer, Esma’nın neden kahkaha atığını bir türlü anlamıyor. Esma içindeki nemli karanlıkta bağırıyor.  “Kahkaha atan ben değilim, filler”

Hayattaki eğriliklere anlam yükleyen, "hadi" denince heyecanlanan, denizin mavisine değil de bozkırın sarısına ağacın yeşiline aşık bir kadın. "Hayat bir rüya uyanmak ölüm" denilen yerden rüyalara, öykülere, ağaçlara, rüzgara ve en çok da kedilere tutkulu.