Melek Şen – Posta: Alıcı Boş (3’üncü Mektup)

Misafir: Melek Şen
Eser Adı: Posta: Alıcı Boş (3’üncü Mektup)
Tür: Mektup Roman

Duvardaki saat 05:45’i gösteriyor. Dışarıdan durmak bilmeyen bir siren sesi geliyor. Yatağımdan sendeleyerek kalkıp, pencereden dışarıya bakıyorum. Ambulansın kapıları sonuna kadar açılmış, gencecik bir kız sedyeye alınıyor. Yanındaki birkaç kişinin yüzünden kederli, düşünceli ve üzgün oldukları hemen belli oluyor.

İnsan hafızası mutsuzluğa hapsolmuş gibi. Kendim ve çevremdekileri gözlemlediğimde, en net hatırlanan anıların ‘korku, acı…’ gibi duygular barındırdığını görüyorum.

Elbette mutlu olduğumuz anılar da var ancak o hissi yeniden yaşayabilmek epey zor. Bence acılara tutunuyor gibiyiz. Biraz önce çalan siren sesinin beni mutsuzluktan kıvrandığım günlere geri götürmesi gibi.

Bir siren sesiydi, anneannemi benden ayıran.

Bir siren sesiydi, evimden koparılıp tanımadığım bir yerde kendimi bulmam.

Bir siren sesiydi vicdanıma yük olan.

İşte bu üç şeyin, şu anki beni yarattığına o kadar eminim ki. Siz de sorun kendinize, ‘şu anki sen, hangi yaşadığının özeti…’

 

Çok derin şeyler olacak diye bir kaide elbette yok.

Belli bir insan grubu düz, monoton, robotlaşmış bir hayatı yaşamıyor mu?

Sadece merak ediyorum: Bizi, bu halimize getiren nedir? Basitçe ifade edersek giymek istediğin kıyafet, gitmek istediğin okul, ailenin yönlendirmesi veya baskılarıyla şekillenmiyor muyuz? Ya da zorunluluktan çalıştığımız işler, sistem, seni haftanın 6 günü sırf üç beş kuruş için çalışıp, sevmediğin ait olamadığın bir ortamda yaşaman için zorlamıyor mu? Veya çocukluktan itibaren birey olarak kabul görmüş, yeteneklerine, ilgilerine göre kendi hayatını kurabilmesi için desteklenenler yok mu?

İşte bunlar iç dünyamızdaki duygularla harmanlanıp, bedenimize yansıyor. Yüzümüzdeki çizgilerin, bakışlarımızdaki anlamın, gözümüzdeki yaşın, dudağımızdaki tebessümün nedeni bunlar değil midir?

Böyle durmak bilmeyen düşüncelerin içindeyim. Birini sustursam başka sorular ortaya çıkıyor, onlara cevaplar arıyorum.  O kadar çok kendime bana ne be diyorum ki ama yapamıyorum. Zihnimdeki sesleri susturamıyor, kalbimdeki sızlayan yerleri kapatamıyorum. Önümdeki çizgiden yürümek varken, sağ sola savrulmaya devam ediyorum. Bana ne be diyerek yaşayanlar… Öyle mi? Aramızda kalsın, bu insanları balıklara benzetiyorum. Gördüklerini, işittiklerini unutup, kendi hallerinde bir akvaryumda yaşıyorlar. Var olandan memnun, daha iyisini düşünmeyen, derin sulara açılmak istemeyen insanlar. Bazıları ise o derin sularda boğulmayı göze alıyor.

Aslında başka şeyler anlatacaktım sizlere. Ancak, sabah çalan siren sesi beni ziyadesiyle etkiledi. Bedenimiz var olan zaman diliminde sıkışırken, ruhumuz geçmişten günümüze seyir halinde…

Görüşmek üzere.

Siyah ve beyaz kadar net olan yaşamını, "... nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?" sözünü benimseyerek, yeni duygularla şekillenmeye çalışan biri.