Hande Kavgacı – Ritüel

Misafir: Hande Kavgacı
Eser Adı: Ritüel
Tür: Öykü

Her sabah ilk iş gelmişler mi diye pencereye bakıyorsun. Seni beklediklerini görünce de derin bir “Oh” çekip, hemen yoklama almaya başlıyorsun. En önde alacalı güvercinler, balkonun yan tarafındaki çıkmada elâ gözlü kumrular ve hemen arkalarındaki elektrik direğinin üstünde de kara karga. Sabah 8.00 buluşması için herkes tam da olması gereken yerde.

İlk selâmlaşma faslıyla başlıyorsun. Sonra da dört avuç arpayı dikkatli bir şekilde pencere pervazına serpiştiriyorsun. Bir, iki, üç ve dört. Arpaların biraz ötesine de küp şeklinde kesilmiş iki adet beyaz peynir. Her sabah bir ressam titizliğiyle kurguladığın bu sahnenin arkasında gittikçe soluklaşan şehre rağmen sen, biraz daha parlıyor, biraz daha gençleşiyorsun ve haklısın her hayat hikâyesi özenilmeyi hak ediyor.

En önce güvercinler konuyor camına. Bir arkadaşına bahsederken duymuştum seni, “Evcilleşmiş olduklarından insandan korkmuyorlar.” demiştin onlar için. Büyük avlularda güvercin beslenmesinin nedenini de bu durumlarına bağlamıştın. Zira bu kural senin pencerenin önünde de geçerliydi. Güvercinlerin aksine kumrular ürkekti çünkü onlar ancak çok emin olduktan sonra yanaşıyorlardı sana. Her lokmalarında etrafı kolaçan edip, biraz tedirginlik duyduklarında hemen uçup gidiyorlardı. Pırrr… Aç kalacaklar diye korktuğunu ve her seferinde onlar kanatlanmadan önce tutmamı istediğini biliyorum. Karga ise en atılgan olanı senin için. Genelde kapkara kanatlarını genişçe açarak pervâza doğru süzülüp peyniri kaptığı gibi yakınlardaki bir ağacın dalına konuyor. Üstelik her gün seni uzaktan izliyor olması da hoşuna gidiyor.

Hepsi bir yana serçeler ayrı bir ısıtıyor içini çünkü ne zaman onları beslemeye kalksan çocuksu bir gülümse yerleşiyor yüzüne. O sıra gamzen daha da derinleşiyor. Şöyle usulca cama yaklaşıp içeri bakıyorlar ya… Hani sen de Evde keyfim yerinde mi diye bana göz kulak oluyorlar” diye mutlu oluyorsun içten içe. İşte o an ait olduğunu hissediyorsun. Sözsüz bir iletişim var sanki serçelerle aranda. Yarım saat kadar öylece durup izliyorsun. Sen pencerenin iç kısmında, onlar sokak. Şehirdeki gürültü kesiliveriyor birden. Havanın kapalı olduğu günlerde bile bulutlar dağılıveriyor sanki. Ağaçlar birden yeşilleniyor. Toprak kabarıyor. İnsanlar sağa sola koşuştururken, onlarla birlikte yaşıyorsun o ilahi devinimi. Sonra sabah duanı mırıldanmaya başlıyorsun. Tüm üzüntülerin bir çatlaktan yeraltına sızıp hep orada kalmasını ve yeryüzünde mutlu bir hayat sürülmesini diliyorsun.

Kendi kendine fal tutuyorsun uzaktaki yoldan geçen arabalarla ve hep yanında bir soluk olsun istediğinden sesli düşünmeye başlıyorsun bu oyunu oynarken. Kırmızı bir araba geçerse “Bugün biri ziyaretime gelecek.” diyorsun. Sonra da o kırmızı arabanın yolunu gözlemeye başlıyorsun ta ki geçene kadar. Olur da araba geçerse, bu kez de kulak kesiliyorsun her an kapın çalacak diye. Aslında aklın hep kızında. Sen kızını göresin diye mi o kırmızı araba geçiyor karşı yoldan, yoksa arabalar geçtiği için mi kızın düşüyor aklına bilmiyorsun.

Bir yandan da erkenden yemeğini ocağa koyuyorsun. Böylelikle günün kalan kısmında yemek işini kafandan çıkarmış oluyorsun. Soğanları, domatesleri doğrarken çocukluğun geliyor aklına. Genç kızlığından beri hep böyle olur, sen de iyi biliyorsun. Her zaman yaptığın gibi beni kalbinin tam üstüne götürerek “İçim cız etti.” diyorsun. Bazı günler annen oluyor bu sızı, bazı günler baban, bazı günlerse ….

En çok da “Her ne olursa olsun insan hayata sımsıkı sarılmalı” sözünü seviyorsun. “Geldik, gidiyoruz…” diye de ekliyorsun sonuna. Dünyayı gereğinden fazla ciddiye almayı sevmiyorsun. Sana göre insanoğlu üstüne düştükçe, dünya daha da şımarıyor. Sırf bu yüzden hayata nispet olsun diye yaşına aldırmadan her sabah kremini sürüp, şık kıyafetler seçiyorsun kendine.

Ocağın altını kısıyorsun. İlaçlarını almak için odana doğru yürüyorsun dar bir koridordan. Aynanın kenarına iliştirdiğin o fotoğraf takılıyor gözüne. Hani şu çok keyifli olduğunuz bir gün, eşin sigarasını tüttürürken çektiğimiz o fotoğraf. İşaret parmağına küçük bir öpücük kondurup, resmin üzerine tutuyorsun. Ona “Bugün de seni çok seviyorum.” deyip güne koyuluyorsun.

Sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Bir kuşun kanat çırpışıyla başlattığın bu hikâye tam seksen yıldır kalbindeki o sonsuz sevgiyle devam etmekte.

Duyguları ve düşünceleri kelimelere dökerek yeni dünyalar sunmayı amaçlarım. Genellikle insanın derinliklerine inmeyi ve hayatın karmaşıklığını anlamaya çalışmayı severim. Yazılarım, insan doğasının çeşitliliği üzerine düşündürücü bir perspektif sunmayı hedefler. Sözcüklerin gücüyle hissettiklerimi paylaşmak en büyük arzumdur.