>oiktozlu: Bilge Şen
Eser Adı: Sonbaharın Sessiz Duası
Ilık bir sonbahar akşamıydı. Gökyüzü, kızıl ve turuncunun iç içe geçtiği bir tablo gibi gözlerimin önünde uzanıyordu. Hava ne çok sıcak ne çok soğuktu; mevsimle birlikte içim de durulmuş gibiydi. O anın, hayatımda bir dönüm noktası olduğunu bilmiyordum. O sonbaharın, gerçekten de “son baharım” olacağını nereden bilebilirdim ki?
Senin hatırına gelir mi, bilmiyorum. Ama benim zihnimde hâlâ o an net: Gözlerimin, gözlerinle kesiştiği ilk an. Dünya birdenbire sessizliğe gömülmüştü. Oysa etrafta ne çok gürültü vardı—arabalar, insanlar, kalabalığın uğultusu… Ama ben kulaklarımı her şeye kapatmış, yalnızca sana yönelmiştim. Gözlerimi senden ayırmadan, belki de hiç gerçekleşmeyecek bir duaya içimden bir “âmin” fısıldamıştım. Sessizce, fark edilmeden.
O duanın hayatımı nasıl şekillendireceğini bilemeden, hatta önemini kavrayamadan yaşamaya devam ettim. Tek bir isteğim vardı o zamanlar: Bu dünyadan bir insan olarak gönderildiğim gibi, insan kalmayı başararak geri dönmek. Ama dünya, her geçen gün benden bir parça alıyordu. Umutlarımdan, hayallerimden, masumiyetimden… Sessizce, azar azar.
Bu beni eksilten şey neydi? Seçimlerim mi, yoksa seçemediklerim mi?
Zaman, dur durak bilmeden akıyordu. Akrep yelkovanı kovalıyor, saniyeler dakikaları yutuyordu. Günler haftalara, haftalar aylara karışıyordu. Ve ben de bu akışta yavaş yavaş kendimden geçiyordum. Sanki büyük bir acının kıyısında beklediğimi sanırken, çoktan onun derinliklerine gömülmüşüm de haberim yokmuş. Her şey için artık çok geçti. Aşağılanmanın, yalnızlığın ve sessizliğin en koyu yerindeydim.
Bir şeyler yapmam lazımdı. Bunu her geçen gün daha çok hissediyordum. Ama öyle zayıf ve yorgundum ki… Kalbimin etrafını sarmış gibi hissettiren sarmaşıklar vardı—nefes almama, yaşamamı hissetmeme izin vermeyen. Nefes alamadıkça, dünya ile arama görünmez duvarlar örüyordum. Çığlıklarım içimde yankılanıyor, “ben buradayım!” diye haykırıyordum. Ama herkesin kulakları sağırdı. Dünya ve içindekiler kendi telaşında, kendi hesaplarında kaybolmuştu. Kimsenin beni duymaya niyeti yoktu.
“Bir şeyler yapmalıyım” dedikçe, bir şeyler elimden kayıp gidiyordu. İçimden eksilen her şeyle biraz daha boşlukta kalıyordum. Oysa ne yapmam gerektiğini ezbere biliyordum. Adımlar belliydi. Ama o adımları atacak kudretim yoktu. Bir şey engel oluyordu bana; içimde, görünmeyen ama varlığı hissedilen bir şey.
Sevgi… Evet, o en yüce, en kutsal duyguydu sözde. Ama beni en çok yoran da o olmuştu. İnsan, sevgi yüzünden bu kadar kendinden uzaklaşmamalıydı. Sevgi dediğin, insanı kendisine yaklaştırmalıydı. Oysa ben, seni sevdikçe kendimden uzaklaştım. İçimdeki çocuğu, hayalleri, şiirleri, sessiz sevinçleri bir bir susturdum. En son kendimi susturdum.
Ve şimdi buradayım. Bir duanın yankısı gibi geçmişte asılı kalmış bir ânın içinde… Hâlâ gözlerin gözlerimin önünde. Hâlâ o sonbahar rüzgârı tenimde dolaşıyor gibi. Ama artık ne sen varsın, ne ben o eski ben’im.
Sadece sessizlik kaldı. Ve bir dua. Gerçek olmamış ama içtenlikle edilmiş.